Lefkoşa Surları ve Büyük Han

Kuzey Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa, kentleşme açısından iki bölüme ayrılıyor: Surların içine Eski Lefkoşa, dışarıda kalan bölgeye ise Yeni Lefkoşa deniyor. Eski Lefkoşa’da yollar bir hayli dar ve çıkmaz sokaklar, Yeni Lefkoşa’daysa çok daha geniş bir alanda dikey ve yatay gelişme mevcut. Dünyada eşi benzeri olmayan atmosferi ve köklü geçmişiyle Lefkoşa, Kıbrıs adasında hüküm sürmüş bütün uygarlıklardan izler taşıyor. Bu tarihi yerlerin çoğu kentin surları içerisinde kaldığından özellikle tarih meraklıları için ilk hedef surların içi olmalı.
Gezimize Girne Kapısı’ndan surların içine geçiş yaparak başlıyoruz. Lefkoşa’nın sur içi bölgesine kuzeyden giriş sağlayan bu kapı 1562 yılında Venedikliler tarafından yapılmış ve kemerli bir yapıya sahip ve üzerinde halen Venedik ve Osmanlı dönemine ait kitabeleri görebiliyorsunuz.
Girne Kapısı’nın hemen ilerisinde solda Kuzey Kıbrıs’ın önemli isimlerinden merhum Dr. Fazıl Küçük’ün bir heykeli bulunuyor. Ömrünü Kıbrıs davasına adamış olan Küçük, 1959 yılında adada bir bütün olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı yardımcısıydı. 1967’de kurulan Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi'nde başkanlık da yaptı.
İstanbul caddesi üzerinden doğuya doğru devam edip, caddenin Yeni Cami caddesiyle kesiştiği yerden döndüğümüzde Yeni Cami’ye ulaşıyoruz. Yeni Cami 14. yüzyılda yapılmış olan bir Latin Katolik kilisesinden camiye dönüştürülmüş. Asıl yapı 1740’da yıkılmış, hemen yanı başına yenisi inşa edilmiş ve bulunduğu mahalleye de Yeni Cami adı verilmiş. Yeni Cami Mahallesi’nde Lüzinyan Evi olarak bilinen ve 15. yüzyılda inşa edilmiş olan bir de tarihi konak bulunuyor. Bu konak günümüzde Osmanlı, Lüzinyan ve Venedik eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kullanılıyor.
Bulunduğumuz noktadan daha güneye doğru devam ettiğimizde 14. yüzyılda inşa edilmiş bir kiliseden çevrilen Haydarpaşa Camisi’ni görüyoruz. 50’li yıllardan beridir bir sergi salonu olarak da kullanılan caminin hemen çaprazında bulunan caddenin aşağı kısmındaysa Selimiye Camisi ve onun avlusundaysa Taş Eserler Müzesi yer alıyor. Bu binanın geçmişte adaya uğrayan hacıların ve seyyahların ağırlandığı bir misafirhane olarak kullanıldığı sanılıyor.
Eski adı St. Sophia Katedrali olan Selimiye Camisi 1208-1326 yılları arasında Lüzinyanlar tarafından inşa edilmiş ve Kıbrıs’taki gotik tarzı mimari yapıların en önemlisi sayılıyor. 1570 yılında Osmanlıların Lefkoşa’yı fethinden sonra katedrale bir minare eklenerek Aziz Sofya Camisi’ne dönüştürülmüş, 1954 yılında ise ismi Selimiye Camisi olarak değiştirilmiş. Lefkoşa’nın en güzel tarihi abidesi olarak ayakta duran bu yapı, dışardan taş mimarisiyle hayranlık uyandırırken içerden ise bembeyaz tavanıyla göz kamaştırıyor.
Selimiye Camisi’nin güney tarafına düşen kısımda bulunan Bedesten, Lefkoşa’nın çok kültürlü tarihini yansıtan en önemli eserlerden biri. Bedesten’in temeli 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından atılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise yapıya hep yeni bir şeyler eklenmiş. Rum-Ortodokslar tarafından piskoposluk merkezi, Latin Katolikler tarafından kilise olarak kullanılan bina, Osmanlıların yaptığı mimari değişiklikle bir kapalı çarşıya dönüştürülmüş. Tarih boyunca kullanılmayacak kadar harap olan bina, Avrupa Birliği’nin katkılarıyla restore edilmiş.
Cami yakınlarında bulunan Büyük Hamam 14. Yüzyıldan kalma ve rivayete göre Latin kökenli Aziz George tarafından inşa edilmiş. Şu anda Türk hamamı olarak faaliyete devam ediyor.
Lefkoşa'da Selimiye Camisi civarındaki bir diğer tarihi eser Derviş Paşa Konağı. 19. yüzyılda inşa edilen bu konak Türk mimari üslubunu başarıyla yansıtıyor. Konak Kıbrıs'ta yayınlanan ilk Türkçe gazete olan Zaman'ı çıkaran Derviş Paşa'ya ait ve şu anda da Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor.
Selimiye Camisi'nin civarında bulunan ve Lefkoşa'nın en önemli meydanı olarak bilinen Sütunlu Meydan’a adını veren Venedik Sütunu, Kıbrıs'taki Venedik yönetimine haraç olarak Salamis Antik Kenti'nden sökülerek buraya getirilmiş. Granitten imal edilmiş sütunun üstünde Venediklilere ait özel semboller bulunuyor.
Bir sonraki durağımız Mevlevi Tekkesi, dünya üzerindeki en iyi korunmuş Mevlevi tekkelerinden biri ve Girne Kapısı'nın yüz metre kadar güneyinde yer alıyor. Tekke, 17. yüzyılda inşa edildiğinde şu anda kapladığı alandan daha büyük yer kaplıyormuş ancak günümüze daha küçük bir kısmı kalmış. Buna rağmen yapı iyi korunmuş ve çeşitli restorasyonlarla günümüze kadar pek bozulmadan ulaşmış. Yapı şu anda Mevlevi Müzesi olarak kullanılıyor.
Geldik gezimizin en can alıcı noktasına. Kuzey Kıbrıs'ın en büyük hanlarından biri olan Büyük Han, aynı zamanda Kıbrıs'taki en gelişmiş mimari eserler arasında yer alıyor. Osmanlılar tarafından adanın fethinden bir yıl sonra, 1572'de inşa edilmiş. Osmanlı Valisi Muzaffer Paşa’nın, han inşası için her Kıbrıslıdan iki para vergi topladığı rivayet ediliyor. Birleşik Krallık hakimiyetinde ilk olarak hapishane, daha sonra ise fakirler için barınak olarak kullanılan Büyük Han, 1990'lı yıllarda çoğunlukla tamirat altındaydı ve 2002 yılında restorasyon işlemleri tamamlanarak pek çok dükkanın ve galerinin bulunduğu bir sanat ve alışveriş merkezi olarak yeniden hayat buldu.
Büyük Han mimari açıdan Anadolu'da inşa edilenler dönem hanlarıyla benzeşiyor. Tamamıyla taştan inşa edilmiş olan hanın içinde 68 oda ve 10 dükkan var. Ortasında bir avlu, avlunun ortasında ise bir mescit ile abdest alanlar için bir çeşme bulunuyor. İki katlı Büyük Han’ın alt katında yeme-içme mekanları, üst kattaysa küçük el işi dükkanları, sanat galerileri ve yiyecek-içecek ürünleri satan tezgahlar bulunuyor.
Büyük Han'da ya gündüz ya da gece pek çok sosyal etkinlik var. Canlı müzik dinlerken restoranlardan birinde ev yapımı şarap yudumlayabilir, hanın otantik atmosferinde klasik müziği keyfi yaşayabilir ve hatta geleneksel bir düğün törenine bile katılabilirsiniz. Büyük Han’ın tepesine çıktığınızdaysa Selimiye Camisi’ni farklı bir açıdan görerek fotoğraflayabiliyorsunuz.